29 Haziran 2009 Pazartesi

Mektup Diye Bir Şey Var ( dı ).


Mektup diye bir şey var(dı).İçinizde hatırlayan var mı?


Bilgisayarlardan,kısa iletilerden ve cep telefonlarıyla çaldırıp kapatmalardan önce insanların birbirlerine duygularını gönderdikleri beyaz kağıtlardan söz ediyorum.Hani postacıların evlere sadece fatura getirmekle görevli olmadığı zamanlarda;posta kutularına bıraktıkları, zarf içerisine konan kağıtlardan.Evet bir zamanlar postacılar evlere sadece fatura değil mektup ta getiriyordu.Kimi zaman bir sevgiliden,kimi zaman uzaktaki yakınlarımızdan.

Teknolojinin bu vurdum duymazlığıyla zamanla gözden düşen ve eriyen mektup , biraz da bizim umursamazlığımız ve kolaycılığa kaçmamızla artık iyiden iyiye ortadan kalkıyor.Kaçımız, kaç kere bir sevdiğimize,uzaktaki bir yakınımıza mektup gönderdik.Yaşı benimle ortalama aynı olanlar(28) belki bir kaç kez çocukluklarında ya da ilk gençliklerinde göndermiş olabilirler ama yeni yetişen nesil maalesef cep telefonlarının,bilgisayarların kolaylığından kurtulamıyorlar ve belki de kurtulamayacaklar.Onlar için mektup Türkçe ya da edebiyat derslerinde gördükleri belki bir iki paragraflık bir konudan ibaret.Oysa bilenler bilir ki mektup yazmak özen ve biraz da olsa sabır ister.Örneğin;önce bir kırtasiyeden bir iki çizgisiz kağıt alırsınız ( çizgisiz kağıda benim gibi düz yazamayanlardansanız bir de çizgisiz kağıdın altına çizgili kağıt gerekir),sonra eve gelir oturursunuz masanın başına.Elinizde bir dolma kalem ya da tükenmez kalem olur(hangisiyle yazacaksanız).Ve başlarsınız yazmaya.Sağ üst köşeye tarihini atarsınız,sayfayı ortalayıp ''sevgili,sayın,pek kıymetli vs.'' diye başlarsınız.Tabi ki mektup yazmanın da bir usulü var ama önceden beridir mektuba hep '' Hava nasıl oralarda?'' kabilinden bir girizgah yapmak alışkanlık olmuştur ben de ve eminim ki çoğu kişide.

Yazmayı bitirirsiniz hevesle ve düzgünce katlayıp koyarsınız zarfın içine-bu arada  mektupla zarf zeki ile metin gibi bir ikilidir ayrılmaz-.Zarfın sol üstüne kendi adınız ve adresiniz ,sağ alta da gidecek kişinin adı ve adresini yazarsınız.Bir de pul yapıştırırsınız.Tamamdır.Ve o mektup bir düş yolculuğuna çıkar bir postacının çantasında.Tabi mektubun en güzel yanlarından birisi de cevabı beklemektir heyecanla,tabi gönderdiğiniz kişiyle doğru orantıyla.Tabi mektubun geri dönüşümünü hızlandırmak için sonuna ''Kestane,kebap acele cevap '' yazmayı da unutmazsanız.

Sonuç olarak unutulan mektup,eski güzel günlerine döner mi bilemem ama bu aralar unutulduğu da kesin.Ama unutmamak için belki bir iki kere birilerine mektup göndermek te fena olmaz.Belki bu sayede dışarıdan eve döndüğümüzde posta kutumuzda faturanın dışında bir şeyler görüp sevinebiliriz.SAYGILAR..

''Ceyhun Atuf Kansu' dan Orhan Asena' ya 

Ankara, 4 Ekim 1964

Sevgili kardeşim Orhan,

Belki bu mektubum oraya vardığı zaman, sen bir çocuk hastanesine kavuşmuş olacaksın. Böylece huzurunun bir bölüğü gerçekleşmiş olacak. Bütün sıkıntılarım sanatçı-hekim ikiliğinden doğuyor. Şimdi Ankara’da tiyatrolar perdelerini açıyor. Gözüm o kadar alışmış ki, Orhan Asena adı altında bir oyun arıyorum, bulvarları dolduran afişlerde. Bu yıl, yerli oyun bakımından tiyatrolar oldukça dolgun. Geçen yılın en güzel başarısı Haldun Taner’in “Keşanlı Ali Destanı” oldu. Bu Türk oyun biçiminden yararlanan –toplumsal yergiyi- temel alan ve Türk opereti geleneğine dayalı güzel bir oyundu. Gılgameş sergisi üzerine yazdıklarını okudum. Orhan, burada da ayırd ettiğim bir kusurun – kusur denebilirse buna- var senin, başkalarının yargısına çok değer veriyorsun. Otuz yıla varan yazarlık hayatımda ben, kimin ne dediğine pek önem vermedim: yapabileceğim, yapmak istediğim şeyi yaptım. Bir az gelişmiş toplumda, onun bunun yetersiz –çoğu kez bilgisiz ve dayanaksız- yargılarına hiç aldırmadım. Bir az gelişmiş toplumun sanat eserleri karşısında eleştiri ve yargı gücü de az gelişmiş oluyor: tozdan, dumandan ve –manevi eresiondan- gerçek ölçüler kayıp gidiyor.



Bu yıl, Tahsin Saraç’ın “Günümüz Fransız Şiiri” kitabı, Türk Dil Kurumu “Çeviri Ödülü”nü kazandı. Bundan Türk Kültür Derneklerinde attığımız adımın güzelliğini ve yararını anla. “Pusuda”, bütün Türkiye’de oynanıyor. Yalan ve Ocak öyle... Ama ne oldu, -az gelişmiş toplumun ürettiği o yetersizler kadrosu- işlerimize ve yaptıklarımıza engel oldular. Peki kendileri bir şey yapabildiler mi? Neden ki, yetersizdiler ve bizimle temel anlaşmazlıkları bundan doğuyordu.

Basılı Eğitim Malzemeleri Hazırlama Merkezi’nden iki ay önce kadar ben de ayrıldım. Şimdi kitap verirlerse yazacağım. Her şey – her yer, az gelişmiş bir ülkede yetersizlerin, sığların eline geçiyor. Bir kurumu hızla bir (yemlik) haline getirmenin yolunu buluyoruz. Bunların dışında soyut diye beğenmediğimiz halk yönetimi ortamında Türkiye hızla uyanıyor: güzel bir demokrasi savaşı. Türkiye’nin geleceğine umutlarla, iyimserlikle bakıyorum. Düşüncenin uyandığı her yerde, umut ve yapıcılık da boy atar.

Gözlerinden sevgiyle öperim.
''

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınız Türkçe yazım kurallarına uygun olduğu için;hakaret içermediği için teşekkürler

Add to Technorati Favorites