17 Haziran 2009 Çarşamba

İçerden mırıldanmalar (Olay yazı!)


Gözlemlediğim odur ki, korkutan tülbent değil, türban. Niye, çünkü, derin belleğimizdeki hayırhah kadının uzantısı tülbent. Döner yara sarar, döner kırık kol bağlar, döner sancılı başı sıkar, döner yoğurt süzer, döner hamur teknesini örter, döner bebeyi haşerattan korur, hastanın terini siler, yavukluya armağan olur, hasreti iyileştirir. Nurani yüzleri çevrelerken anılır; sabun kokusu, kekik ıtırı, kadın şefkati, ana kucağı çağrıştırır. Türban öyle değil. Çünkü, türban, İslâmi tesettüre ilişkin en katı (dilerseniz, en erkeksi) yorumun benimsendiğinin ilânı hüviyetindedir; ve dolayısıyla, kadına ilişkin tüm diğer yorum ve kuralların da kabullenildiğini ima eder. Bunların arasında kötülük, fitne ve uğursuzluk kaynağı olmamızdan başka, dinen ve aklen dûn (eksik) yaratıldığımız, namazı bozan köpekler ve eşeklerle bir tutulduğumuz şeklinde, eşrefi mahlûkat olmaktan gelen haysiyetimizi rencide eden yorumlar vardır. Türban, bu yorumların zımnen kabulü olarak görüldüğü için korkutur. Kadın/ana koşulsuz sevginin simgesidir. Toplumun, yasaların, hatta kutsal kitapların dayatmalarına rağmen doğurduklarından vazgeçmeyen, terörist torunundan da, eşcinsel oğlundan da, konsomatrist kızından da kopmayandır. Hiç bir ideolojinin yada toplumsal kurgunun ya da inancın selâmeti anayı çocuklarını feda etmeye iknaya yetmezken, kadın, pederşahi kuralların inşa ettiği dünyanın iflâh olmaz muhalifi olarak tebarüz eder. Bu iflâh olmaz muhalif, yeri geldiğinde tüm kuralları çiğneyecek, oğlan ya da kız, suçları ne olursa olsun, doğurduklarının esenliğini sağlamaya çalışacaktır. “Ağlarsa ana ağlar gerisi yalan ağlar” olgusu, kadın unsurunun beşere sunduğu eşsiz sığınağı minnetle ulularken; kadının kendisi yeryüzünde gözlenen tüm karışıklıkların (fitnenin) müsebbibi olarak takdim edilir, dünya kurulalı beri. 

Hint’in kutsal metinlerinde, “doğuştan düşüncesiz ve hilekârdır” kadın. “İman yolunda bir engel, salâh yolunda bir bariyer, uygulamada bir büyücü, iğrenç arzuları temsil eden” bir aşifte.(1) Buda, öğretisini sulandıracakları için kadınların rahibe olmalarına karşıdır. Ortodoks Yahudi erkeklerinin sabah dualarından biri, “Beni bir kadın olarak yaratmayan Kâinatın Yaratıcısı Efendimize hamdolsun.” Adem’i mennu meyveyi yemeğe ikna ederek, insanlığın cennetten kovulmasına neden olan Havva ile ilişkilendirilmiyor olmasına şükretmektedir. Hıristiyan geleneğinin başat bileşeni, kadının kötülük, ayartma ve günahla özdeşleştirilmesidir. Erkek, ruhani, akla yatkın ve tanrısal olan İsa’nın alanının temsilcisi sayılırken, kadın, Sezar’ın ten ve madde dünyasıyla bütünleştirilir. Hayrın ve şerrin, cinslerdeki karşılıkları erkek ve kadın olarak belirlenirken, yeryüzüne kötülük bulaştırdıkları gerekçesiyle kadınlardan topluca tövbe edip, günahlarını affettirmeleri talep edilir. İsevi öğretiyi kaleme alan Aziz Paulos, memnu meyva olayında “aldanarak suça düşen” kadının susup, erkeğe tabi olması gerektiğini bildirir: “Kadın tam tabiiyetle sessizce öğrensin. Fakat kadının öğretmesine, ve erkeğe hâkim olmasına izin vermem...”(2) Hıristiyan kadınların günahlarının bağışlanması, cinsiyetlerinin dayattığı rolü canı gönülden kabullenip çocuk doğurmaları, cinselliklerini kontrol altında tutmaları, erkeğe tabi olmalarına bağlıdır. İslam’da, “Ümmetim için kadın fitnesinden daha büyük bir fitne kaldığını bilmiyorum” mealindeki cümlenin Hazreti Muhammed’e ait olduğu bildirilir. “Allahım bizi kadınların şerrinden, fitnesinden ve onlarla imtihan olup kaybetmekten koru” mealindeki duanın(3) varlığı, semavi dinlerin ortak tutumlarının yansıması olarak belirir.


Devamı>>>

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınız Türkçe yazım kurallarına uygun olduğu için;hakaret içermediği için teşekkürler

Add to Technorati Favorites