Klasik düşüncede münazara, yani, “bir konu üzerinde belirli usul ve kurallara uyularak yapılan tartışma, kanıt ve örnek getirerek karşılıklı konuşma” yani diyalektik’dir. Taraflar, argümanlar ve karşı-argümanlar ileri sürer, önerme(tez) ve karşı-önermeler(anti-tezler) savunurlar. Burada amaç, iki farklı görüşten birisinin çürütülmesinden ziyade, farklı görüşlerden oluşacak sentez’de (bileşim/terkip) odaklanan bir temrin (egzersiz/alıştırma) olup, diyaletik yöntemden beklenen bir anlaşmazlığın dillendirilerek/üzerinde konuşularak çözülmesidir. Ünlü sorgulama seanslarında münazara yöntemini kullanan Sokrat, pek doğru gibi duran önermelerin/tezlerin yerinde sorularla saçmalığa indirgenebildiğini (reductio ad absurdum denilen olay) gösterir. Kelâm ilminin İslam ilâhiyata ilişkin ilkeleri saptamakta kullandığı yöntem de diyalektiktir.
Hegel ve Mevlâna
Hegel ile Mevlâna arasında beş yüz küsur yıl var. Hegel’in iki ciltlik Mantık kitabı (Logic)1812-1816 arasında yazılmış, Mesnevi 1256-1273. Divan-ı Kebir (Külliyat-ı Şems) daha da eski, 1244; Hazretin Tebrizli derviş Şems ile münazaralsından oluşur. İslam dünyasında diyalektik düşüncenin piri olarak tanınan Mevlâna, Hegel’in öncüsüdür. Nitekim, Hegel, 'Phanomenologie des Geistes' isimli eserine Mevlâna’dan alıntılar eklemiş, “mükemmel Celâttin Rumi” tanımıyla ululadığı düşünürün Tevhid açıklamasının “en saf ve ulvi açıklama” olduğunu teslim etmiştir.
Tevhid’in, Arapça vahdet ‘ten yani “bir olmak”tan geldiği düşünüldüğünde, tevhid ile sentez arasındaki anlam birliği netleşse gerek...
Mevlâna’nın kabaca çevirdiğim şu dizelerini mütalaa edin: “maden iken öldüm, bitki oldum/ bitki iken öldüm, hayvana dönüştüm/ hayvan olarak öldüm, İnsan oldum./Öldüğümde yok olmayacağıma göre, neden korkayım?/ İnsan gibi ölünce, melek olacağım/ Ve meleklikten vazgeçtip/hiç bir aklın ermediği o şey olacağım/ ...Hiç şüphesiz biz O’nunuz ve O’na döneriz.” Mevlâna’nın gözlemi böyleyken, Hegel, “çiçek, meyvanın ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için de, çiçeğin ortadan kalkması gereklidir; demek ki üremenin gerçeği, hem çiçek hem meyva olmaktır,” demektedir, “Ölüm, hem yokoluşu, hem yeniden doğuşu sağlayan koşuldur.”
Hegel, bu düşüncesini toplumsal alana “köle ile efendi arasındaki karşıtlık” örneğini vererek taşır. Tarafların her ikisi de ölüm kalım savaşı vermektedirler, ancak bu savaş sembiyotik yani her ikisini de besleyen bir savaştır. Köle savaşı kaybeden taraftır. Efendiye hizmet etmeye mahkûm olur, ancak onu esareten kurtaran da bu mahkûmiyet sürecidir; zira, çiçeğin meyvaya dönüştüğü gibi kölelik de azadlığa bükülür. Dahası bu süreçte, bilinçlenecek, dünyaya ilişkin gerçek bilgiye kavuşacaktır. Hegel’in gerçek bilgi dediği “’ben’in ‘biz;’ ‘biz’in de ‘ben’ olduğu” ruhani (tinsel) bir dünyanın bilgisidir ki, bunun telmihi de Ruh (Tin) dediği varlıktan başka birşey değildir.
Alev ALATLI
0 yorum:
Yorum Gönder
Yorumlarınız Türkçe yazım kurallarına uygun olduğu için;hakaret içermediği için teşekkürler