12 Temmuz 2009 Pazar

Mevlana Rezaleti...

Mevlana bir veli,ilimde ve edebiyatta ilerlemiş ,bugün bile düşünceleri ve şiirleri ağızdan ağıza dolaşan büyük insan.Gelin görünki bunun bile suyunu çıkarmayı başardık.Mevlana sadece dine bağlılıkta bir önder,İslam üzere yaşayan bir insan olmasına rağmen günümüzde onu artık bir gösteri eşyası,müsede sergilenen bir malzeme haline soktuk.Kendisinde ve yaşamında olmamasına rağmen onu semalarla,deflerle özdeşleştirdik.Sema nın bile suyunu çıkararak onu bir dans gösterisi haline soktuk.Artık her mekanda bir sema grubu bulmak mümkün oldu.Bu da işin özünden ne kadar uzaklaştığımızın bir göstergesi.Acaba diyorum hz. mevlana bir gün bizden hesap sormayacak mı?Unutmayalım o bir gösteri malzemesi değil insanların gözüne hoş gelsin diye bu tür aksaklıklara imza atmamak gerekir diye düşünüyorum.

Aslında bu yazıyı yazmamın bir nedeni de Üstad Necip Fazıl'ın bir yazısını bulup okumamdır.Okuduktan sonra ne kadar da doğru söylüyor demekten kendimi alamadım ve hem bu yazıyı paylaşmak hem de gerçekten bir sorun olan bu olguya kendimce parmak basmak istedim.Ve bu yazı için '' n-f-k.com '' 'a teşekkür ederim.İsterseniz aşağıdaki yazıyı okuyun ve kararınızı kendiniz verin...

''MEVLÂNÂ REZALETİ

Ne korkunç bir başlık değil mi?.. Birden bire insana gelen his şu: Mevlânâ'yı korumak için mi, batırmak için mi kullanılıyor bu başlık?..

Bakın niçin?..

Mevlânâ gibi, İslâmın iç dünyasına ait ilâhî ışıklan feza çapı gönül fanusunda ışıldatan bir velî etrafında yaptıkları törenler ve gösterdikleri alâka, hele yarı resmî devlet ifadesi olarak o büyük zatı anlamak ve anlatmak bakımından gerçek mânaya o kadar uzaktır ki, «rezalet» kelimesinden başka hiçbir türlü belirtilemez.

Biricik vasfı İslâm, biricik hakikati tasavvuf ve biricik gayesi ilâhî visal olan koca velîyi, döndüre dolaştıra nihayet turist terliğine benzettiler. Şişli dönme muhitleri, Zekeriya sofraları veya ispritizma masaları mutekitlerinin hakikat ve güzellik ölçüsü çemberi içine almaya yeltendiler Mevlânâ'yı...

Yukarıdaki vasıflar dururken Mevlânâ'nın ne Türklüğü, ne şairliği, ne düşünürlüğü hayal edilebilir.

«Ben Kur'ân'ın kölesiyim; ben Ahmet-i Muhtar'ın yolunda O'nun ayak toprağıyım!» diyen bir ermişi, bağlı olduğu aşk ve iman kutuplarından ayırıp rejimin ve günün keyfine göre şekil ve mânalara büründürmek, Kur'ân'ın kölesi ve O'nun ayak toprağı olmayı kabul etmeyenlerin mânevi cinayetleri arasında en sefil olanıdır.

Allah ve Resulüne bağlı olmayanların Mevlana'ya bağlılık iddia etmeye ve onun mübarek adını mini etekten «Gelin Gecesi» tuvaletine, turist kokona tecessüsünden favorili züppeler cümbüşüne kadar istismar vesilesi kılmaya hakkı yoktur.

Kim bu şekilde oynamalar, zıplamalar, hırlamalar, dümbelek çalmaların dinde ve Mevlânâ'da olmadığını biliyor ve «Ben Kur'ân'ın kölesiyim» diyorsa o buyursun Mevlânâ törenine!..

(Bu yazı Mevlânâ töreni zamanında yazılmıştır.)

(Rapor 10-13, Büyük Doğu Yayınları, s. 175)


TURİST TERLİĞİ

Mevlâna Hazretlerini nihayet bir turist terliği veya Hacı Bekir lokumu halinde yabancılara dil şapırtatacak yerli bir mamul haline getirdiler. Artık o büyük veli, içine kapanık derin müminler müstesna, içeride (vizon) kürklü sosyete hanımlarının, dışarıda da, elindeki saplı gözlükle garip şeyleri seyretmeye bayılan Amerikan kokonalarının mevzuu...

Koca Mevlâna; bu hale mi getirilecektin? Mevlevi âyinlerindeki ney çığlıklariyle, deveranla, eteklerin handiyse altından çıplak bacak çıkacağı hissini veren dalgalanışiyle bir (defile) zevkine mi alet edilecektin?
Sen bu sefil zevkten münezzehsin; ve Mevleviliğin ilk tatbikatında bunların olmadığı muhakkak.

Mevlâna Hazretleri, Allah ve Resul aşkı ve onlara bağlı olarak şeriat riayetiyle yanan bir veli bilinmek; ve Allah, Resul ve şeriat aşkına yabancı olanların da onu sevmeye ve benimsemeye hakları olmadığını kabul etmek lazımdır. Yoksa bugünkü benimseniş şekliyle Mevlâna, bir (lâik), bir (ate), bir maddeci, bir komünist tarafından da yüceltilebilir ve bu yüceltiş, o münezzeh Veli'yi yerin dibine indirmek olur.

Vâkıâ Mevlevîlik, Nakşîlikte olduğu gibi, emanet kevserini tek damlasına kıymadan avuçtan avuca aktaran bir inzibat çizgisi üzerinde yürüyememiş, arada bir sürü «Bid'at-uydurma yenilik» oyunlarına gelmiş ve Üçüncü Selim Devrinde son sesini ve şiirini Dede'ler ve Şeyh Galiplerde bularak sönüp gitmiştir. İşte bu hal de nihayet Mevlâna'nın bu şekilde istismarına kadar varmakta...

20'nci Milâdi ve 14'üncü Hicri Asrın büyük kutbu Esseyyid Abdülhakîm Arvasî Hazretleri şöyle buyurur:
Bektaşînin küfrü ve Mevlevînin gururu olmasaydı.
Allah, aslında münezzeh olan Bektaşiliğin bu mânada horlatılmasından bizi korusun!.. Onu da yapabilirler... Bedestende ahmak turistlere sahte tarihi eşya imal eden kalpazanlarla el ele, politika düzenbazları ve İslâm tahrifçileri bunu da yapabilirler.

(Rapor 7-9, Büyük Doğu Yayınları, 2. baskı / s. 36-37)

0 yorum:

Yorum Gönder

Yorumlarınız Türkçe yazım kurallarına uygun olduğu için;hakaret içermediği için teşekkürler

Add to Technorati Favorites